UYARILAR: slash, +18 öğeler, şiddet (ana konu değil), çocuk istismarı, crack ship, crossover
*** Teen Wolf zlenmeden okunabilir.
Ana çift: Sebastian/Isaac (Crack/slash)
Yan çift: Kurt/Blaine (Canon/slash)
Genç adam, yeni üniformasını dikkatle inceliyordu. Aynanın karşısına geçti ve kravatını düzeltti. Asla düzgün bir şekle sokamadığı bukleli saçlarına baktı ve iç geçirdi. Crismas tatiline bir hafta kala okul değiştirmişti ve bu kesinlikle iyi haber değildi. Kendini bir şey sanan zengin züppelerle aynı okula gidecek olmak zaten kötüydü; bir de senenin ortasında gidecek olması, arkadaş edinme şansını sıfıra indirgeyecekti.
Üzerine üniformasının bir parçası olan ceketini geçirdi ve 'en azından iyi görünüyorum' diye düşünürek evden çıktı. Okulun başlamasına daha iki saaat vardı ama babasıyla karşılaşmaya hiç niyeti yoktu. Bu küçüklüğünde edindiği bir alışkanlıktı.
Evden erken çıkarsa, gününe güzel başlayabiliyordu. Hakaret duymadan başladığı bir gün, kesinlikle güzel sayılırdı. Babası avukattı ve yeni bir büroda işe başlamıştı. Patronunun aynı zamanda Dalton Akedeminin sahibi olduğunu öğrenince, genç adamın tüm itirazlarına karşı sene ortasında o okula kaydettirmişti.Eski evlerinden sadece 2 saat uzağa taşınmış olmalarına rağmen bu zaten az olan arkadaşlarıyla görüşmesini imkansız hale getirmişti.
Yeni okuluna yürürken uzun yolu tercih etti. Okulun kapısına vardığında dersin başlamasına yarım saat kalmıştı. Derin bir nefes aldı. 'Kimse babanın psikopatın teki olduğunu bilmiyor. Havalı olmak için bir şans.' İçi sesi onu sakinleştirirken içeri girdi ve cebine tıkıştırdığı programdan ilk dersinin edebiyat olduğunu öğrendi.
Sınıfa girdiğinde tüm gözleri üzerinde hissedebiliyordu. İşte o an bu okulun tek iyi yanının sadece erkeklerden oluşması olduğunu fark etti. Yüzüne yarım gülümsemelerinden birini otturtu. En ön sırada onu gözleriyle soymaya çalışan çocuğa göz kırptıktan sonra en arka sıraya ilerledi ve kendinden emin bir şekilde sıraya yerleşti. Kafasını kaldırıp sınıfın izlemini ölçmeye başladığında bir kaçının gözünde şaşkınlık gördüğüne yemin edebilirdi.
Düşüncelerinden, birinin omzuna dokunmasıyla sıyrıldı. "Oraya oturmanı tavsiye etmiyorum." İsaac yüzünde alaycı bir ifadeyle cümlenin sahibine döndü. Kumral saçlı, mavi gözlü çocuk alışılmışın dışında beyazdı.
"Neden?"
"Çünkü orası -aşırı derece de kendini beğenmiş okul korosunun kaptanı Sebastian Şeytan Smythe'e- ait."
Genç adam tepki olarak gülümsemesini genişletti. Bir şeyler söylemek için ağzına açacaktı ki beyaz çocuğun önünde oturan kıvırcık saçlı esmer bir çocuk lafa karıştı.
"Abarttığı kadar değil. Ben Blaine." Sözlerine beyaz çocuğa dönerek devam etti.
"Bu da sevgilim Kurt. Sebastian Kurt'ün abarttığı kadar kötü değildir ama o sıraya oturmasan kesinlikle daha iyi bir başlangıç yapmış olursun."
Adının Kurt olduğunu öğrendiği beyaz çocuk gözlerini devirmekle yetindi.
"Bu çocuk sizi korkutmak için ne yaptı?"
İsaac kendinden emin bir şekilde arkasına yaslandı ve karşısındaki çiftin kıkırdamasına anlam vermeye çalıştı. Blaine; "Aslında biz onun arkadaşları sayılabilecek insanlarız..." "Kendin adına konuş Blaine."
Blaine gözlerini devirerek devam etti. "Ama bu bağı kurabilmek için oldukça uğraşmamız gerekti. Özünde iyi bir insandır ama çoğu zaman tam bir piç olabiliyor."
Kurt bu tanımlamayı beğenmeyecek olacak ki söze daldı.
"Demek istediği Sebastian kendini beğenmiş zengin odunun teki. İki yıl boyunca Blaine'e asıldı. En başta gerçekten Blaineden hoşlanmış olabilir ama eminim ki bir aydan sonra sadece beni sinir etmek için devam etti. Bu sene en sonunda pes etti ve bir şekilde bize dokunmuyor. Hatta koroda dinlediği tek insanlar biziz."
Kurt'ün gözleri kapıda birinin üzerinde durdu. "Şimdi onunla tanışacaksın. Sırasına oturduğun için senden nefret edecek, bol şans."
İsaac okuladaki ilk yarım saati bile olaysız kapatamayacağını anladığında en azından aksiyonun tadını çıkarmaya karar verdi. Sırasında biraz aşağı doğru kaydı. Elinden geldiğince rahat oturmaya çalışarak kafasını kaldırdı ve kapının eşiğinde duran adamı görünce sesli bir şekilde yutkundu.
İki üç kişi yan yana duruyordu fakat İsaac, bir tanesinin değişik bir havası olduğunu inkar edemezdi. Kendisinden biraz daha uzun olduğunu tahmin ettiği çocuk, kumral havalı saçlara ve mavi mi yeşil mi olduğuna karar veremedeği etkileyici gözlere sahipti. Yanındakilerden birinin sözü üzerine gülmeye başlamıştı ve İsaac gördüğü en seksi gülüş olduğuna emindi.
Hayal alemine dalmışken izlediği çocuk ona döndü ve gülümsemesi yüzünden silindi. Emin adımlarla İsaac'e doğru yürümeya başladığında gelenin Sebastian olduğunu anlamıştı.
"Pardon ama benim sıramda oturuyorsun."
İsaac kendinden emin gülümsemesini suratına oturttu ve; "Yani?"
Sebastian alaycı bir şekilde güldü. "Yanisi; kalk. Yeni olduğun için kibar bir şekilde ifade etmeye çalışıyorum. Orası benim sıram ve bunu herkes bilir. Yeni okulunda 'havalı' olmak gibi bir niyetin varsa kalk ve başka bir yere otur."
Sebastian ellerini İsaac'in sırasına koydu ve gözleriyle onu delecekmiş gibi bakmaya başladı. İsaac bunun çok eğlenceli olduğunu düşünüyordu.
"Gözlerinle beni taciz etmen bir işe yaramıyor. İlk ben geldim, başka bir gün erken gelip oturursan senindir."
Sebastian'ın gözlerini irice açmasını ve yüzüne bir şaşkınlık ifadesi oturtmasını ilgiyle izledi. O sırada tüm öğrenciler ayağa kalktı. Programdan okuduğu kadarıyla sınıfa edebiyat öğretmenleri Peter Jackson girdi. Adam oldukça yaşlı ve sert görünüyordu. Hiç bir şey söylemeden eliyle oturmalarını işaret etti. Ancak Sebastian hala ayakta İsaac'in yanında dikiliyordu. Bay Jackson gözlüğünü burnunun ucuna itti ve; "Bay Smythe neden ayakta olduğunuzu sorabilir miyim?"
"Sıramda oturuyor." Sebastian şekeri elinden alınmış bir çocuk gibi İsaac'i işaret ediyordu.
"Belli bir sisteme göre oturmadığınızı sende biliyorsun. Orası senin sıran değil. Başka bir yere otur."
"Ama-"
"Otur dedim." Sebastian gözlerini tekrardan İsaac'e dikti ve onu küçük gödüğünü belli eden bir surat ifadesiyle (bknzhttp://24.media.tumblr.com/fb87d05b3e76f39b230581e566939d46/tumblr_mndeyoSMMS1rzl2p3o1_500.gif) İsaac'in önündeki sıraya oturdu. Öğretmen, İsaac'e adını sordu, onun dışında onu pek umursamadan derse başladı. İsaac yüzünde zafer ifadesiyle sırasına yerleştiğinde Sebastian gözlerinden kıvılcımlar çıkartarak ona bakıyordu.
Bay Jackson tahtaya bir şeyler yazmaya başlamıştı ve İsaac, Sebastian'ın ona baktığını hissedebiliyordu. En sonunda kağıda; 'Zihnimi okumaya mı çalışıyorsun? İşe yaramayacak.' Yazdı ve uzanıp Sebastian'ın sırasına koydu. Sebastian'ın cevap yazması uzun sürmedi. 'Neden? Bella Swan'ın akrabası falan mısın?' İsaac bu cevap üzerine gülümsedi ancak başka bir şey yapmadı. Bu, Sebastian'ı daha da kızdırırken İsaac keyfini çıkartmaya çalıştı.
*
İsaac okuldaki 2,5 günü geride bırakmıştı ve şimdiden büyük bir hayran kitlesine sahipti. Koridorda yürüken tüm bakışlar üzerinde yoğunlaşıyordu ve bu duyguyu özlemişti. Eski okulunda babasının çıkardığı kavgalar yüzünden ilgi çekmemeye çalışırdı fakat bu okulda yeni bir başlangıç yapmıştı. Bu başlangıcı kendini okulun sahibi sanan Sebastian Smythe'e savaş açarak başlattığı için bir çok hayran kazanmıştı.
Sebastiandan nefret edenlerin sayısı şaşırtıcı derecede fazlaydı. Yemekhaneye vardığında Kurt ve Blaine'in oturduğu masayı gördü ve onların yanına gitti.
"Selam, savaşçı. Küçük şeytanın seni beden dersinde yorduğunu duydum."
Kurt sırıtarak İsaac'e bakıyordu. İsaac gülmekle yetindi. Geçirdiği iki buçuk gün boyunca Sebastian yapmadığını bırakmamıştı. Fakat bilmediği şey İsaac bunlara alışıktı. Dolabında eşya bırakmıyor, nereye gitse çantasını yanına alıyor, okulda duş almıyordu. Sebastian'ın tek yapabildiği ise ortak dersleri olan Edebiyat, Kimya ve Beden derslerini İsaac'e laf sokarak harcamaktı.
Bir tek beden dersinde basket maçı yapmak İsaac'i zorlamıştı. Sebastian karşı takımdaydı ve bütün maçı İsaac'i sakatlamaya adamıştı. Evet, amacına ulaşmıştı. İsaac' son dakikalarda çok kötü düşmüş ve kaburgalarını incitmişti fakat maçı İsaac'in olduğu takım kazanmıştı. Bu mutluluk kesinlikle paha biçilemezdi. Üçü derin bir sohpete dalmıştı ki, Sebastian yemekhaneye adımını attı.
Kurt Blaine'e eğilerek "Chucky geliyor." dedi. Bu sözlerin ardından üçüde kahkahalara boğuldu. Sebastian yanında üç arkadaşıyla masalarının yanından geçerken,
"Şuna bakın gay klübü tüm okulu gay yapmak için toplanmış."
Blaine gözlerini devirmekle yetinirken İsaac imalı bakışlarını Sebastian'a çevirdi.
"Seni gay yapmamdan bu kadar korkuyor olman gururumu okşadı doğrusu."
İsaac Sebastian'ın bunu duyduğuna emindi ama o aldırmadan yoluna devam etti. İsaac, Blaine'e eğilerek
"Sana asıldığını söylemiştin. Gay değil mi?"
"Bana 'hiç kimse benimle bir şans yakalayamayacağını düşünmemeli' demişti. Geçen yıllarda hem erkeklerle hem kızlarla çıktığını duydum"
İsaac anladığını belirten bir 'hımm' sesi çıkartmakla yetindi. O günü olaysız tamamladı. Eve girdiğinde yeni okulunu sevdiğini bile düşünüyordu. Blaine ve Kurt çok cana yakınlardı onlara hemen alışmıştı. Sebastian ise... Onun hakkındaki düşünceleri karışıktı. Ama kesinlikle zevk aldığını biliyordu. İçeri girdiğinde babasının onu beklediğini anladı. Gözlerini yumdu ve bu gün çıkacak kavganın nedenini tahmin etmeye çalıştı.
"Nerede kaldın?"
"Biraz uzun yoldan geldim. Hala tam olarak öğreneme-"
Babasının yüz kaslarının gerildiğini görebiliyordu. İçinden 'geliyor' dedi.
"Bir yolu ezberleyemeyecek kadar aptal olmana inanamıyorum. Kime çektin sen..."
İsaac her zamanki gibi vücudunu bir sinir dalgasının sardığını hissedebiliyordu. "Acaba kime..."
Bu sözleri söylediğine pişman olmaya vakit bulamamıştı ki babası kolunu kavradı ve onu mutfağa sürükledi. Masanın üzerindeki kutuları işaret ederek;
"Pizza söylemiştim. Ama ne oldu? Sen basit bir yolu öğrenemediğin için siktiğimin pizzaları soğudu!"
İsaac yumruğunu sıkıyordu. Kendi kendine bir şey yapmaması gerektiğini hatırlattı. Liseyi bitirince buradan gidecekti. Bu adama katlanıyor olma sebebi gidecek bir yeri olmamasıydı. Eğer karşılık verirse çok rahat onu haklayabileceğini biliyordu ama eve bir daha adımını atamazdı. O kendini kontrol etmeye çalışırken babası;
"Cevap ver seni pi-"
İsaac kendine doğru gelen vazoyu son anda fark etti ve elleriyle yüzünü kapatmaya çalıştı. Bundan sonrasının acılı olacağını bildiği için hızlı adımlarla merdivenleri tırmandı kendini odasına attı ve kapıyı kitledi. Babası kapıyı yumrukluyor ve bir sürü küfürü arka arkaya sıralıyordu. Şanslı gününde olmalıydı ki telefonun çalmasıyla babası aşağı indi.
İsaac derin bir nefes aldı ve acıyla yüzünü buruşturdu. Vazo tam yüzünde patlamıştı. Ellerini yüzüne götürmemiş olsaydı büyük ihtimalle kör olurdu. Odasında bir lavabo olmasına şükrederek içeri girdi ve ilk olarak yüzüne saplanmış olan cam parçasını çıkardı. Yüzünde çok bir iz olmadığını görünce sevindi ve ellerini ayıklamaya başladı. Bu işlem tahmininden çok uzun sürdü. Elleri parçalanmış gibiydi, görüntüsü midesini kaldırmaya yetti ve odasında bulundurduğu bandajı dikkatlice sardı. Bütün gece gözüne uyku girmedi. Biraz kitap okudu ve gecenin geri kalanını babası olmasaydı hayatının nasıl olacağını düşünerek geçirdi.
*
Bütün gün hiç bir dersi dinlemedi. Tek istediği hafta sonunun gelmesiydi. Babası bir kaç arkadaşıyla beraber cumartesi sabahı yola çıkıyordu 3-4 gün olmayacakı. Crismas ı bu nedenle seviyordu. Yalnız kalıp kafa dinleyeceği günlerin hayalini kurarken zil çaltı. Bu zil öğle arasının geldiğini bildiriyordu. Kendi odasında banyo vardı fakat sıcak su diğer banyodan açılıyordu ve soğuk duş almaktan nefret ederdi. Bu nedenle evde banyo yapamamıştı ve bir seferlik okulun duşunu kullanmaya karar verdi.
Kabinlerin darlığı ne kadar rahatsız etsede en azından üstü açıktı. Kıyafetlerini kapıya astı bandajlarını açtı ve sıcak suyun altına girdi. Sıcak suyun ellerine teması canını yaksada umursamadı. Cildi kırmızı olana kadar suyun altında kaldı, dayanamayacağı noktaya gelince istemeye istemeye duştan çıktı. Sebastian onun varlığından habersiz, insanların çantalarını karıştırıyordu. İsaac bir süre sırıtarak ona baktı ardından
"Bölmüyorum ya." Bu sözü genç adamın sıçramasına neden oldu. Sebastian, İsaac'in vücudunu baştan aşağı süzerken İsaac kıpırdamamaya çalışıyordu.
"Geçen gün dolabımı kitlerken şifresine baktığını bildiğim için eşyalarımı Blaine'nin dolabına koydum. Kıyafetlerimi ise duş alırken kabinime asmıştım."
Sebastian gözlerini İsaac'in sular süzülen vücudundan ayırmamıştı. Belinde hafifçe bağlanmış bir havlu dışında çıplak sayılırdı. Gözle görülür bir şekilde yutkunduktan sonra gözlerini İsaac'in vücudundan ayırabildi.
"Be-ben senin için burada değilim."
Kekelemesi İsaac'in gülümsemesinin genişlemesine yol açtı. Bir kaç adım ilerledi. Sebastian'ın istemsizce gerilemesi hoşuna gitmişti. Sebastian ise içinden küfürler ediyordu. Karşısında yarı çıplak bir adonis duruyordu, nasıl sakin kalabilirdi ki? Sırtı soğuk duvar değince tekrar yutkundu. İsaac çok yakınındaydı.
"Herkesin yemek yediği saatte burada ne yapıyordun? Hımm?"
Sebastian derin bir nefes aldı ve sırtını dikleştirdi. Bir şekilde kendinde güç buldu ve İsaac'e doğru bir adım attı. Şimdi aralarında sadece santimler vardı. İsaac geri adım atmamak için kendini sıktı. Aralarında sadece havlu olduğu gerçiği Sebastian'ın kalp atışlarının hızlanmasına yol açmıştı. Yüzüne bir gülümseme oturttu ve bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı fakat ardından ciddileşti ve elini İsaac'in yüzüne götürdü.
"Yüzün kesilmiş..." Sebastian'ın soğuk parmaklarını yüzünde hissetmek İsaac'i kendine getirmişti. Bir kaç adım geriledi.
"Ne oldu, başıma Sherlock mu kesildin?" Sebastian, İsaac'in ani çıkışına anlam verememesine rağmen kendini topladı.
"John'um sensen, neden olmasın?"
İsaac gözlerini devirmekle yetinip arkasını dönerken Sebastian'ın bileğini kavramasıyla acı dolu bir iniltinin ağzından kaçmasına engel olamadı. Acıdan gözleri dolan İsaac istemsizce ellerini arkasına saklamaya çalıştı.Tam kesiklerin olduğu yeri kavramıştı ve bu çok canını yakmıştı.
"Bana bak, sadece bu günlük izin ver. Tamam mı? Rahat bırak beni!"
Sebastian'ın kafasında soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Fakat bir şey söylemedi. İsaac'i hafızasına kazımak istiyormuş gibi süzdü. Ardından topuklarının üzerinde dönderek odadan çıktı. İsaac bir süredir tuttuğu nefesini verdi ve ellerine baktı. Çok kötü görünüyordu. Babası bir şekilde hayatına karışmanın yolunu buluyordu. Bir an ondan asla kurtulamayacağını düşününce ürperdi.
*
Kimya dersinde Nick adında bir çocukla eşleşen İsaac yine derse olan ilgisini kaybetmişti. Partneri sessiz sakin biriydi ve işin çoğunu yapmasına rağmen itiraz etmiyordu. Defterini açmış bir şeyler karalarken önünde oturanların kıkırdamasıyla başını kaldırdı. Tahmin ettiği gibi Sebastian yanındaki çocukla konuşuyordu. O an tuhaf bir şekilde onun hakkında konuştukları izlenimine kapıldı. Bu konuda haksız olmadığını anlaması uzun sürmedi. Sebastian bir kağıda; 'Duş+sen+ben?' Yazmıştı. Öğretmenleri fark etmeden kağıdı indirdi ve İsaac'e göz kırptı.
İsaac normalde bunu komik bulabilirdi ama içinde biriken öfkeye hakim olamıyordu. Yine de önüne döndü. Fakat ön sıradaki kıkırdamalar devam ediyordu. İsaac en sonunda dayanamadı. "Yeter!"
Amacı fısıldamaktı fakat sesi çok yüksek çıkmıştı. Tüm kafalar İsaac'e döndü. Öğretmenleri tek kaşını kaldırmış onlara bakıyordu. Sebastian şaşırmış bir ifade ile "Ne yaptım ki?"
"Smythe sınırlarımı zorluyorsun..."
"Herkes gördü, beni tehdit ediyor!"
Sebastian tam olarak İsaac'e döndü ve ayağa kalkmıştı. Öğretmenin görmeyeceğini bildiği için gülümsedi ve tekrardan göz kırptı. İsaac içinde biriken öfkenin su yüzüne çıktığını hissederek ayağa kalktı, "Seni küçük şey-" İsaac Sebastian'a bir adım atınca çevredeki öğrenciler araya girdi ve Bayan Rose'un sesi sınıfta yankılandı.
"Lahey! Smythe! Dışarı çıkın. Hemen!"
Ufak tefek bir kadın olan Bayan Rose'un yüzü sinirden kızarmıştı. İsaac dişlerini sıktı ve Sebastian'a omuz atarak sınıftan çıktı. Olay tahmin edildiği gibi Müdürün odasına taşınmıştı. İkiside ailelerinin imzalanması zorunlu olan uyarılar aldılar, bir ton azar işittiler. Bayan Rose sözlüden sıfır aldıklarını ekledi. Tam kapıdan çıkacaklarken Müdür,
"Ayrıca bu iki gün okul Kütüphanesinde sekize kadar çalışacaksınız. Crismas tatili bitiminde de cezanız devam edecek."
İkiside aynı anda 'amalarken' müdür dinlemek istemediğini belirten bir el işareti yaptı ve iki genç odadan çıkmak zorunda kaldı. O sırada okulun bittiğini belirten zil çaldı. İsaac, hiç bir şey demeden çantasını topladı ve kütüphanenin yolunu tuttu. Okul kütüphanesi çok büyüktü ve dışarıdan gelen insanlarında kullanımına açıktı. Kapıya ilk geldiğini anlayınca duvara yaslandı ve Sebastian'ı beklemeye başladı. Sebastian sırıtarak içeri girdiğinde İsaac;
"Okula geleli bir hafta olmadı. Bir hafta. Ve ceza aldım. Senin yüzünden."
Sebastian gülümsemekle yetindi. İçeri girdiklerinde kütüphane göverlisi onları bekliyordu. Suratlarına bakmadan kenarda duran kitap yığınını gösterdi.
"Bu kitapları alfabetif sıraya dizmeniz gerekiyor. Hepsini doğru yere koyun, kontrol edeceğim. Kitalar bitmeden çıkamazsınız, işiniz bitince güvenliğe haber verin. İyi çalışmalar."
Sebastian ve İsaac onaylar şekilde kafa salladı. Görevli dışarı çıkınca kütüphanede yalnız kalmışlardı. İsaac bir sürü kitabı aldı ve Sebastian'ı görmezden gelerek çalışmaya başladı. Babasına akşam yemeğe gelmeyeceğini söyleyen bir mesaj attı ve iyi gününde olmasını diledi. Saat sekize yaklaştığında kitapların çoğunu bitirmişlerdi. İsaac, daha kitap kalıp kalmadığını anlamak için lobiye döndüğünde, yere oturmuş kitap okuyan bir Sebastian ile karşılaştı. Her zaman düzgün görünen saçları dağılmıştı ve genç adamın yüzüne düşüyordu. Gözüne gelen saçları üfleyerek uzaklaştırmayı çalışan Sebastian, çok 'tatlı' görünüyordu. İsaac 'tatlı' sıfatını ona uygun görmekten rahatsız oldu ve bu düşünceyi kafasından atmaya çalıştı.
Sebastian o kadar dalmışti ki İsaac'i fark etmedi. İsaac okuduğu kitabın Sherlock Holmes olduğunu görünce sırıttı. Ani bir hareketle kitabı elinden aldı.
"Hey, hey! Sherlock cinayeti çözmek üzereydi."
"Saat sekize geliyor ben işimi bitirdim."
Sebastian kitabı hışımla İsaac'in elinden aldı ve çantasına attı. İsaac hiç bir şey söylemeden kütüphaneden çıktı ve en azından cezalarının ilk gününü sakin geçirmiş olmanın mutluluğunu çıkardı. Eve geldiğinde babasının evde olmadığı anlayınca derin bir nefes aldı. Ancak çalışma odasındaki karmaşayı gördüğünde tüm neşesi kaçmıştı. Odanın dağınık olması zor bir dava üzerinde çalıştığının göstergesiydi. Bunun anlamı dava kazanılana kadar babasının sinir kat sayısı tavan yapacaktı. Cuma akşamını atlatırsa sorun yok demekti.
*
Okulun son zili çaldığında İsaac, Kurt ve Blaine ile sohpet ediyordu. Bahçeye çıktıklarında Kurt, Blaine'nin koluna girdi ve
"Bu gün hava yağmurlu olacağa benziyor. Bunun anlamını biliyorsun."
İkisi aynı anda kıkırdadı. "Korku filmleri!"
İsaac ise buz kesmişti. Yağmurla bir problemi yoktu fakat şimşeklerden çok etkileniyordu. Küçük bir çocukken babası onu evden atmıştı ve bir gece boyunca bahçede yatması gerekmişti. Sağnak yağmur yağan o akşamı asla unutamayan İsaac, ne zaman şimşek çaksa aynı küçük çocuk olurdu. Kurt ve Blaine onun bu durgun havasını cezaya kalmış olmasına bağlamıştı.
İsaac onlara veda etti ve kütüphanenin yolunu tuttu. Bu sefer Sebastian daha erken gelmiş ve çalışmaya başlamıştı. İsaac onun kaytarmaya çalışmamasını önemsemeyerek işe koyuldu. İşi elinden geldiğince uzatmaya çalışıyordu. Babası sabaha karşı beşte yola çıkıyordu ve o saate kadar oyalanması gerekiyordu. İsaac bir kaç bar bulabilmeyi, en kötü ihtimalle biraz dolaştıktan sonra parklardan birinden sabahlamayı planlıyordu.
Saatine baktığında sekizi biraz geçmiş olduğunu gördü. Güvenlik görevlileri olmasaydı gece burada kalmayı deneyebilirdi fakat adamlar iki kişinin içeride olduğunu biliyordu. Çantasını almak sırtına astığında Sebastian'ın çoktan çıkmış olduğunu gördü. Kapıyı açtığında keskin soğuk genç adamın yüzünü yalayıp geçti. Güvenliğe çıktığını bildirdiğinde ana kapıda Sebastian ile karşılaştı. Kaşlarını çatarak;
"Beni mi bekliyorsun?" Dedi. Sebastian gözlerini devirdikten sonra,
"Telefonumu unuttum. Hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim." Cümlesini göz kırparak tamamladı ve hızlı adımlar içeri girdi. İsaac göz kapaklarını kopratmak istediğini mırıldandı ve yola koyuldu. Daha bir kaç adım atmıştı ki bardak boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Şemsiyesi veya şapkası olmadığı için kendine küfür ediyordu. Ne yapacağını bilemez bir halde yolda dikildi ve bu sırıl sıklam olmasına yetmişti.
O sırada şimşek çaktı ve İsaac'in sıçramasına yol açtı. Daha kötü bir duruma düşemeyeceğini düşünürken Sebastian koşarak yanına geldi.
"Kafayı sıyırdığını biliyorumda, yağmurda ıslanarak ölmen vakit alır. Amacın hayatını sonlandırmaksa benden rica edebilrisin çabuk hallederim."
İsaac kendini toplamaya çalıştı.
"Bana hakaret etmek için iki dakikadır yağmurun altında duruyorsun. Ben intihara meyilli olabilirim ama senin ki salaklık üzgün-"
Tekrardan şimşek çakmasıyla İsaac sözcükleri yuttu. Sebastian ne olduğunu anlamamıştı ama karanlığa rağmen İsaac'ın bembeyaz kesilmiş yüzünü görebiliyordu. Yağmur şiddettini arttırırken Sebastian çok kısa bir süre düşündü ve İsaac'in kolunu dirseğinden kavradı.
"Arka sokakta oturuyorum. Yaşamak için koş. (Aklıma run for your life geldi ^_^) " İsaac itiraz edemeyecek kadar ıslandığı için Sebastian'ın yönlendirmesiyle koşmaya başladı. Gerçektende Sebastian'ın evi çok yakındı. İçeri girdiklerinde ikisi de nefes nefese kalmıştı.
"Ailen..." İsaac gözleriyle evi incelerken evde kimsenin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
"Tatildeler. Aynı zamanda işle ilgili olduğu için ben gitmedim."
İsaac kafa salladı ve evin sıcak olmasının mutluluğunu yaşamaya çalıştı. Islak ayakkabılarından çantasından ve montundan kısa sürede kurtuldu. Başını kaldırıp baktığında Sebastian'ın da aynı şeyi yaptığını gördü. İkiside iliklerine kadar ıslanmıştı. Sebastian üniformasıyla kalınca İsaac'e yaklaştı ve baştan aşağı süzdü. İsaac dejavu hissine kapılırken Sebastian;
"Sırılsıklam olmuşsun. Sana kendi kıyafetlerimden verebilirim." Dedi.
Sadece ikisinin fark edebileceği bir süre boyunca birbirlerine baktılar. İsaac, Sebastian'ın soğuktan titremeye başladığını görebiliyordu.
"E-evet. İyi olur." Sebastian bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı ve bir adım attı. İsaac yutkunarak karşısındaki adamın soğuktan morarmış dudaklarına bakıyordu. Sebastian ne yapacağına karar veremez bir şekilde İsaac'in gözlerine baktı fakat ardından vaz geçmiş gibi kafa salladı ve arkasını döndü. O an, İsaac ne yaptığını düşünmüyordu. Genç adamın kolunu yakaladı, kendine çevirmesiyle dudaklarına yapışması bir oldu.
Sadece bir anlığına İsaac Sebastian'ın karşılık vermeyeceğini düşdü. Geri çekilmeye hazırlanıyorduki Sebastian kendini çekti ve sırıtmaya başladı. İsaac'i sertçe kapıya itti ve vücudunu ona yasladı. Kulağına eğilip;
"Bir an asla yapmayacaksın sandım." Dedi. Tekrar dudakları birleştiğinde İsaac tüm vücuduna yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. Bir elini Sebastian'ın beline yerleştirmişken diğer elli genç adamın ıslak saçlarında dolaşıyordu. Sebastian ise ellerini İsaac'in kalçalarına yerleştirmişti. Ani bir hareketle kendine bastırdığında İsaac ağzından dökülen inlemeye engel olamadı.
Nefes almak için ayrıldıklarında İsaac, Sebastian'ın kızardığını fark etti.
"Kızarmışsın."
"Kes sessini."
Sebastian, İsaac'in kravatını kavradığında, İsaac ceketinden kurtulmakla meşguldu. Üçer üçer merdivenleri çıktılar. Yatak odasına vardıklarında Sebastian hala gömleğiyle uğraşıyordu. Kış ayından nefret ettiğini mırıldanırken İsaac daha fazla dayanamayacağını düşünerek gömleği çekti ve düğmeleri kopararak çıkardı.
"Ben o gömleği seviyor-"
Sözleri İsaac'in onu sertçe duvara yapıştırması ve öpmesiyle kesildi. İsaac Sebastian'ın dudaklarının kıvrıldığını hissedebiliyordu. Dudaklarından boynuna geçtiğinde Sebastian inlemesini bastırmak için dudaklarını ısırıyordu. Fakat İsaac kasıklarına yaklaştığında direnmeyi bırakmıştı. Soğuk parmakları Sebastian'ın kemerini çözmeye çalışırken Sebastian onu engelledi. İsaac ne olduğunu anlamadan kendini yatakta bulmuştu. Sebastian üstüne çıktığında;
"Kontrol sende olsun istiyorsun, değil mi?" Dedi. Çevik bir hareketle Sebastian'ı devirdi. Bu sefer üstte olan oydu. Sebastian sırıttı ve genç adamın boynunu kavradı dudakları buluşmadan önce İsaac'in "Her zaman istediğimizi alamayız." Dediğini duyabilmişti.
*
"Senden hala nefret ediyorum." İsaac bu cümleyi kurarken yattığı yerde dikleşmişti ve sırıtıyordu. Sebastian'da güldü. "Biliyorum. Ama bu seksi olduğum gerçeğini değiştirmez."
"Bu arada seksi kelimesini pek fazla kullanmamalısın."
Sebastian anlamaz bir şekilde tek kaşını kaldırmıştı. İsaac biraz daha doğruldu ve Sebastian'a daha da yaklaştı.
"Çünkü seksi kelimesini söyleyişin baştan çıkarıcı. Değişik şeyler yapmak istememe yol açıyor." (Bknz: http://m.youtube.com/watch?v=heqc5J7rLxo aşlakslşaşal) "Ne gibi şeyler?"
İsaac kollarından yardım alarak Sebastian'ın üstüne çıktı ve dudaklarının buluşmasına izin verdi. Tam o sırada çalan telefon bütün anın büyüsünü bozmuştu. Sebastian ilk başta boş vermesini söyleyerek tekrardan dudaklarına uzandı. Fakat ısrarla çalmaya devam ediyordu. Sebastian küfür ederek kalktı altına iç çamaşırını geçirdi ve telefonu açtı. İsaac konuşulanları duyamamıştı.
Sebastian geri döndüğünde gözlerini devirerek; "Annem sarhoş olunca iki gündür beni aramadığını hatırlamış..." İsaac gülümsemekle yetindi. Ev sıcaktı ama çıplak kalmak için uygun değildi. Bu nedenle yataktan kalktı ve kıyafetlerini aramaya başladı.
"Gidiyor musun?"
Sebastian hayal kırıklığının sesine yansımasına engel olamamıştı. "Bilmem. Kalayım mı?" İçe sesi; 'kalabileceğini söyle.' Diye bağırıyordu. Fakat ağzından;
"Ben de banyo yapmayı düşünüyordum..." Cümlesi çıktı.
İsaac anlar şakilde başını salladı (http://25.media.tumblr.com/tumblr_m9u8sc66XH1qbby7co1_500.gif sakinim .) ve etrafa saçılmış eşyalarını tek tek üstüne geçirdi. Hala biraz ıslak sayılırlardı ama idare ederdi. Kapıya geldiklerinde Sebastian;
"Bu akşamın aramızdaki rakebeti durduracağını sanıyorsan yanılıyorsun Lahey."
İsaac utangaç bir şekilde gülümsedi.
"Tek geceliğin kurallarını bilen tek insan sen değilsin Smythe."
Bu sefer göz kırpma sırası İsaac'teydi. Sebastian kapının önünde kararsız bir şekilde dikildikten sonra soğuğa daha fazla dayanamadı ve kapıyı kapattı. Tam yukarı çıkacakti ki gök gürültüsü ile olduğu yerde kaldı. Şimşek çaktığı zaman İsaac'in suratını çok net görmüştü. Genç adam apaçık korkmuştu. Bir anlık delilikle ayakkabılarını giydi ve yağmur yağan sokağa kendini attı. İsaac'e yetişmek için koştuktan sonra kendini bir dejavunun içinde buldu. İsaac ne olduğunu anlayamadan dudakları esir alınmıştı.
"Tek gecelik ilişkinin kurallarını çiğniyorsun Smythe."
Sebestian, insanın içini eriten bir gülümsemeyle İsaac'e baktı.
"Şikayetin varmış gibi görünmüyor."
***Yorumlarınızı bekliyorum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder